30 Aralık 2009 Çarşamba

AZGELİŞMİŞLİK, AZGELİŞMİŞLİK NEDİR

Azgelişmişlik kavramı, ülkeler arasındaki si­yasi ve iktisadi sömürü döneminden sonra or­taya çıkmıştır. Bu terimin Birleşmiş Milletler tarafından "geri ülke" deyiminin ağır geleceği dolayısıyle seçilmiş olduğu söylenmektedir. Terim daha çok Afrika, Asya ve Güney Ameri­ka ülkeleri için kullanılmaktadır.

Azgelişmiş durumda olan ülkelerin daha çok "ana mal" üretemeyen ülkeler olduğu ka­bul edilmekledir. Bir diğer yönüyle bunlar sa­nayileşememiş ülkelerdir. Buralarda daha çok tarıma dayalı bir iktisadi yapı hüküm sürmek­le ve İlkel tarımsal üreıim yöntemleri kullanıl­makladır. Eğitim ve kültür seviyesi, iktisadi ve siyasal bağımlılık nedeniyle geri kalmıştır. Bu tür toplumlar, sanayileşmiş toplumların sömü­rü alam içerisinde bulunmaktadır.

Bu klasik yaklaşım, azgelişmişliğin sınırları­nı çizerken, zamanla azgelişmiş Ülke modeli­nin kapsamı biraz daha farklılaşmıştır. Yani azgelişmiş ülkenin diğer ülkelere bağımlılığı sürmektedir, örneğin, günümüz iktisadi sevi­yesi İçerisinde azgelişmiş ülkeler sermaye, lek-nolojİ ve sistem modeli itibariyle başka ülkele­re bağlı bir yapı arzederler. Bir başka açıkla­ma tarzına göre, yeryüzündeki iktisadi eşitsizli­ği ve azgelişmişliği açığa vuran üç nuktu var­dır: Gelirlerin miktarı, beslenme seviyesi ve in­sanın ortalama yaşama süresi. Azgelişmiş ül­keler iktisadi mekanizmaları ve yapıları bakı­mından gelişmiş ülkelerden büyük ölçüde farklıdırlar. Bu ülkeler genellikle dünyanın ge­ri kalan kısmından işlenmiş ürünler ithal edip, onlara sınai veya zirai İlk madde ihraç ederler. Görünmeyen hizmetler (navlun, turizm, sigor­ta vb.) mübadelelerinden kar sağlama imkan­ları yoktur, ödünç sermaye alırlar ve faiz, yıl­lık borç laksİdi, temettü Ödemek zorunda ka­lırlar; bu da onları ve borç veren ülkelere ba­ğımlı kılar.

Gelişmiş ülkeler azgelişmiş ülkelerin beslen­me ve kalkınma konularında da "sözde geliş­me planlan" hazırlayıp bunları uygulamaya koymuşlardır. Teoride azgelişmiş ülkelerin çı­karına hizmet edip onların maddi ve siyasi programlarını gerçekleştirirken; azgelişmiş ül­kelerdeki şartları pek değiştirmemiştir. Sonuç­ta sanayileşmiş kapitalist ülkelere daha çok fayda sağlamıştır.

Azgelişmişlik konusu daha çok İktisadi bir noktadan hareket edilerek, ülkelerin iktisa-den bağımlılıkları ile ifade edilir olmuştur. Oy­sa, bir toplumun sadece İktİsaden gelmiş oldu­ğu seviye; onun gelişmiş olup olmadığım belir­leyen yegane faktör olamaz. Bunun yanında, o toplumun insan anlayışı ve ulaşmış olduğu medeni ve ahlaki seviyenin durumu da o ülke­nin gelişmiş olup olmadığını belirleyebilir.

Sanayi toplumlarının ve emperyalist ülkele­rin bazı zayıf toplumlar üzerindeki baskısı ve zorbalıkları, bir ülkenin gelişme seviyesini en­gelleyebilir. Fakat bir ülkenin azgelişmiş olma­sı, sadece maddi faktörler bakımından değil, manevi ve sosyal faktörler yönünden de ele alınmalıdır. Bu bakımdan toplumların inanç, ahlak ve örflerinde mevcut bulunan medeni­yet ve kültür unsurlarının varlığı o ülkelerin baskı ve sömürü altında da olsa azgelişmiş ol­madıklarını açığa çıkarır. Ülkelerin iktisadi durumlarını onların "kaçınılmaz kaderi" şek-İİnde kabul edip; belirli bir sınıf içerisine sok­mak pek makul bir açıklama değildir. Birçok sosyal meselede olduğu gibi, batılı yaklaşımla­rın olaya tek yanlı bakmasından kaynaklanan bir yanlışlığı, "azgelişmişlik" kelimesinin varlı­ğında da gözlemek mümkündür.

Azgelişmişlik kavramının sömürge dönemi toplumsal tasniflerinin bugün hala devam etti­ği de bir gerçektir. Çünkü temelde sosyal de­ğişmenin bir türevi olması gereken gelişme kavramının sosyolojik içeriğinden soyutlanıp tamamen iktisadi bir kriter olarak kullanılma­sı, büyüme, ilerleme ve özellikle modernleş­me gibi en az kendisi kadar ideolojik ve poli­tik karakteriyle temel, fakat kabul edilemez bir ayırımı kaçınılmaz kıiar.

Modern kavrayış uırzı iktisadi hayatın içinde bulunduğu durumu gclişmişlik-azgcüşmişlik kriterleriyle ölçülebilir bir konuma yerleştirmeyi bir kez kabul ettirdikten sonra, bir ülke sosyal, ahlaki, manevi ve kültürel kaynaklarıy­la hangi oranda iktisadi bakımdan kendinden daha zengin ülkelerden iyi olursa olsun, sonuç İtibariyle kendini bir bütün olarak azgelişmiş­lik psikolojisinden kurtarıp uluslararası kültü­rel ve politik etkinliklerde diğer "gelişmiş ülke­lerce eşit haklara sahip olduğunu öne sürme­ye cesaret edemez. Temelde gelişmenin ölçü­tü İktisadi kalkınma ve teknolojik ilerleme ola­rak tespit edildiğinden, bu durumda, sözgeli­mi sanayİleşmemiş ülkeler, Batılı olmayan top­lumlar ve Güneyliler, gelişmişlerin kendileri için çizdikleri kalkınma hedeflerini gerçekleş­tirmek gibi ne ölçüde başarılabileceği kuşkulu olan evrensel ve tarihsel bir kaderle karşı kar­şıya bulmakladırlar. Bütün bu sömürge-sonra­sı dönemin yine ayırıma dayanan ve sadece ik­tisadi kalkınmayı esas alan olguları, azgeliş­miş ülkeleri bir bakıma umutsuz bir yarışa it­mektedir.

Oysa gelişmişlik-azgelişmişlik başta olmak üzere, kalkınma, büyüme, refah toplumuna ulaşma ve ilerleme gibi son tahlilde ideolojik ve politik karakterdeki paradigmalar, evren­sel ve meşru olan değişme bağlamında yeni­den ele alınıp tanımlanmadan, bugün Doğu ile Batı, Güney ile Kuzey arasında varolan ve bilinçle sürdürülen haysiyet kırıcı ayırıma son vcrilcmez.Çünkü şurası açık bir gerçektir ki, çift yönlü tabiatı dolayısıyla sosyal değişine esas alınıp ülkeler ve toplumlar yeniden bir tasnife tabi tutulduğunda, belki de azgelişmiş kabul edilen bir çok ülke ve toplum, gelişmiş denen refah toplumlarına ve kuzey ülkelerine göre daha iyi oldukları görülecektir. AsılgözÖ-nüne alınması gereken, sosyal değişmenin salt iktisadi zenginliği değil, fakat kültürel, insani, ahlaki ve medeni yönde izlediği olgunlaşma­dır.

Ali BULAÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.